CEZZÂR AHMED PAŞA – Napolyon Bonapart ile Mücadele – Akkâ Müdafaası

Cezzâr Ahmed Paşa, 1804 yılında vefat eden ve 18. yüzyılın sonlarında Suriye bölgesinin idaresinde önemli bir rol oynayan Osmanlı valisidir. Akkâ müdafaasıyla ünlü olan Cezzâr Ahmed Paşa, Bosnalı olup çeşitli kaynaklarda 1720, 1722 veya 1735 yıllarında doğduğu belirtilmektedir. Hayatının ilk yılları adeta efsanelerle süslüdür. Kesin olarak bilinen, Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa’nın hizmetine girerek onunla birlikte 1756 yılında Mısır’a gitmesidir. Mısır’da iken memlük grupları arasındaki çekişmelere katılmış ve kendine yer edinme çabaları sayesinde Mısır’ın sosyal ve idari yapısını yakından tanımıştır. Bu deneyim, hayatının ileriki yıllarında karşılaştığı meselelerin çözümünde büyük tecrübe kazandırmıştır.
Sayda ve Şam valilikleri sırasında Osmanlı hükümetinin merkezi idareyi güçlendirme çabalarına genel olarak bağlı kalarak nüfuzunu artırmış ve sosyal yapısı karmaşık, ekonomik açıdan son derece önemli bu geniş bölgeyi otuz yıl gibi uzun bir süre yönetmeyi başarmıştır. Mısır’da bir süre Ali Paşa’nın yanında kalmış ve bu dönemde Boşnak lakabıyla anılmıştır. 1758 yılında Emîrülhac Sâlih el-Kāsımî’ye katılarak onunla birlikte hacca gitmiş, ardından Mısır Kahire şeyhülbeledi Bulutkapan Ali Bey’in nüfuzlu adamlarından Buhayre kâşifi (sancak beyi) Abdullah Bey’in hizmetine girmiştir. Abdullah Bey’in Hunadi urbânına karşı yaptığı seferde öldürülmesi üzerine, Mısır’da bağımsız bir idare kurmaya çalışan Ali Bey tarafından Buhayre kâşifliğine getirilmiştir. Bazı kaynaklara göre, Hunadi urbânı ile yaptığı savaşlarda birçok kişiyi develeriyle birlikte öldürdüğü için kendisine “deve kasabı” anlamına gelen “Cezzâr” lakabı verilmiştir. Ayrıca, bu lakabın korku ve takdir hislerini ifade etmek için halk tarafından verildiği, hatta düşmanlarını sindirmek, askeri yeteneklerini göstermek ve kendi adamları üzerindeki otoritesini pekiştirmek için özellikle bu lakabı kullandığı da ileri sürülmektedir. Resmi kayıtlarda ve III. Selim’in hatt-ı hümâyunlarında sadece Cezzâr veya Cezzâr Paşa olarak anıldığı dikkat çekmektedir.
Yükselişi ve İdari Başarıları
Kısa sürede büyük şöhret kazanan Cezzâr, Bulutkapan Ali Bey’in yakın adamlarından biri olmuş ve onun on sekiz has memlükü arasına girmiştir. Memlük beyleri arasındaki entrikalara karışmış, Kahire’de barınamayacağını anlayınca İstanbul’a kaçmış, ardından gizlice Kahire’ye dönmüş ancak Ali Bey’in baskısı nedeniyle burada da fazla kalamayarak Halep ve Şam bölgelerine geçmiştir. Önce Şihâboğulları’na sığınmış, sonra Şam muhafızı Osman Paşa’nın hizmetine girmiştir. Bölgede büyük bir isyan çıkaran Zâhir el-Ömer ile yapılan mücadelelere katılmış, Zâhir el-Ömer’in müttefiki olan ve Akdeniz’de faaliyet gösteren Ruslar’ın Beyrut’u topa tutması üzerine hemen buranın imdadına koşmuş ve Şihâboğulları’ndan Beyrut hâkimi Emîr Yûsuf tarafından Beyrut mütesellimliğine getirilmiştir. Cezzâr’ın niyeti Beyrut’a hâkim olmaktı ve bu amaçla bazı hareketlere girişmişti. Emîr Yûsuf, Cezzâr’ın davranışlarından şüphelenerek Beyrut’u terk etmesini istemiş, ancak Cezzâr bunu kabul etmeyip savunma hazırlıklarına başlamıştır. Emîr Yûsuf önce eski düşmanı Zâhir el-Ömer’den yardım istemiş, daha sonra Ruslar’a başvurmuştur. Karadan ve denizden kuşatılan Beyrut’ta bir süre dayanan Cezzâr, gizlice Zâhir el-Ömer ile anlaşmış ve teslim şartlarını Şihâboğulları’na bildirmiştir. Teklifin kabulünden sonra Beyrut’tan çıkarak, Mısır’da iyice kuvvetlenen Ebü’z-Zeheb Muhammed’e karşı kendisinden faydalanmayı düşünen Zâhir el-Ömer’in yanına gitmiş, ancak burayı da kendisi için tehlikeli gördüğünden gizlice Akkâ’dan kaçıp Şam Valisi Osman Paşa’ya sığınmıştır. Osmanlı hükümetine bağlılık bildirmiş olduğundan, bu sadakatinin karşılığı olarak kendisine Rumeli beylerbeyiliği pâyesi ve ardından Karahisar mutasarrıflığı verilmiş, 1775 yılında Zâhir el-Ömer’in bertaraf edilmesinden sonra vezirlik rütbesiyle Sayda valiliğine getirilmiştir. Böylece Cezzâr’ın hayatında yeni bir dönem başlamıştır.
Siyasi ve Askeri Mücadeleleri
Cezzâr, bulunduğu mevkii sürekli olarak korumaya, bölgedeki âsi aşiretler, nüfuzlu yerli beyler ve hatta valilerle mücadele ederek otoritesini kabul ettirmeye çalışmıştır. Osmanlı hükümeti, bölgenin karmaşık sosyal yapısı ve nüfuzunun zayıflığı nedeniyle onun giderek güçlenip bağımsız bir devlet kurmaya çalışacağından endişe ediyor ve hareketlerini şüpheyle karşılıyordu. Cezzâr’ın merkezi idareye açıkça baş kaldırmaması, sürekli olarak Osmanlı idaresine bağlı kalması ve Osmanlı gücünün bölgedeki temsilcisi olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Ancak, kendi şahsi gücü ve nüfuzu sayesinde ölümüne kadar bu bölgeyi yönetebilmiş ve Osmanlı hükümetinin bu gücü sınırlama çabaları sonuçsuz kalmıştır.
Boşnaklar, Arnavutlar ve Kuzey Afrikalılar’dan oluşan memlükleriyle güçlü bir askeri kuvvet kuran Cezzâr, bölgedeki âsi urbân ve aşiretlerle mücadeleye başlamış ve sert tedbirlerle onları sindirmiştir. Bu faaliyetleri İstanbul’da endişeyle karşılanmış, hatta emîr-i haclık göreviyle Şam valiliğine tayini için yapılan müzakerelerde bu makama gelmesi durumunda o yöredeki eyaletleri kendi adamlarına vereceğinden korkulmuştur. Nihayet Mısır’ın durumu hakkındaki raporları devlete bağlılık şeklinde yorumlanarak Şam valiliğine getirilmiştir (1780). Daha sonra Mısır’daki karışıklık göz önünde tutularak yeniden Sayda eyaletine nakledilmiştir. Osmanlı hükümetinin onun hakkındaki tereddütlerine rağmen birkaç defa emîr-i haclık görevi Şam valiliğiyle birlikte kendisine verilmiştir. Şam ve Sayda valilikleri sırasında sürekli olarak Akkâ’da oturan Cezzâr, baskısı altında bunalmış olan memlük gruplarının çıkardıkları isyanı bastırdıktan sonra Akkâ’daki mevkiini daha da güçlendirmiştir. Bu durumdan endişe eden Osmanlı hükümeti bir ara onu uzaklaştırmak istemiş ve Bosna’ya tayin etmiş, ancak bölgeyi zapturapt altına alabilecek tek adam olarak görüldüğünden bundan vazgeçilmiştir.
Ekonomik ve Sosyal Politikaları
Cezzâr, Sayda kıyılarında yoğun ticari faaliyeti engelleyen Şiî Mutevâl (Mitvalî) aşiretiyle Kuzey Filistin dağlarındaki âsi kabileleri sindirmiş, Lübnan dağlarındaki Şihâb emîrleriyle mücadele ederek onların siyasi güç ve yetkilerini kırmış, Mârûnî-Dürzî çekişmesinden de kendi lehine istifade etmiştir. Akkâ, Sayda ve Beyrut’ta ticari faaliyetleri kontrolü altına almış, Avrupalı tüccarların gözde malları olan pamuklu, hububat ve ipekli ticaretini tekeline geçirmiştir. Bu ekonomik güç, siyasi kudretinin de anahtarı olmuştur. Özellikle Fransızlar’ı çok ürkütmüş, ticari menfaatleri zedelenen Fransızlar, ileri gelen zengin Hıristiyan Arap burjuvaları ve alt kesimi oluşturan Müslüman grubun büyük desteğini kazanmış olan Cezzâr hakkında menfi propagandaya girişmişlerdir. Hatta İstanbul’daki Fransız elçisi, Cezzâr’ı III. Selim’e şikâyet etmiştir. Bir süre sonra Fransızlar, karşılıklı menfaat çerçevesinde onunla iyi ilişkiler kurmaya mecbur kalmışlardır. 1782-1785 yıllarında yeni Fransız konsolosu Renaudot zamanında ilişkilerde kısmi bir iyileşme görülmüş, yeni Fransız kolonileri kurulmuştur. Ancak bu yakınlaşma, Napolyon Bonapart’ın cüretkâr siyasetiyle yepyeni bir şekil almıştır.
Napolyon Bonapart ile Mücadele
Mısır’ı işgal eden Napolyon Bonapart’ın bu hareketine büyük bir tepki gösteren Osmanlı hükümeti, yapılan müzakereler sonucunda Mısır’ı çok iyi tanıyan Cezzâr’ı Mısır seraskeri olarak tayin etmiş ve gerekli asker ve malzeme yardımı göndermeyi kararlaştırmıştır. Cezzâr, yeni kazandığı Mısır seraskerliği unvanının önemini ve kendisine sağlayacağı avantajları çok iyi biliyordu. Fransızlar’ın Mısır’dan çekilmesinden sonra tamamen buraya hâkim olacağından endişe eden hükümet merkezi, çaresizlik içinde onu yetkili kılmakla birlikte Mısır seraskerliği unvanını geniş anlamda yorumlayarak nüfuzunu daha da genişletmesini önleyici tedbirler almaktan geri durmamıştır. Nihayet Mısır’da sıkışan Napolyon Bonapart, Suriye bölgesine ilerleyip bu bölgenin kilidi durumundaki Akkâ’yı zapt etmeye karar vermiştir. 19 ve 20 Mart 1799’daki hücumlarla başlayan Akkâ muhasarası sırasında İngiliz donanmasından da yardım gören Cezzâr, bunlara şiddetle karşı koymuştur. Kuşatmada yeni kurulmuş Nizâm-ı Cedîd askerine mensup bir kuvvet Akkâ’da bulunduğu gibi, İstanbul’dan da donanma ile yeni askeri kuvvetler gönderilmiştir. Birbiri ardına yaptığı saldırılardan bir sonuç alamayan Bonapart, yardım kuvvetlerinin yetişmesinden bir süre sonra 20 Mayıs’ta kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kalmıştır. Fransızlar’ın bu başarısızlığı İstanbul’da büyük bir sevince yol açmış, Cezzâr ve adamlarına, savaşta yararlılığı görülenlere dağıtılmak üzere çeşitli hediyeler gönderilmiştir. Ancak Osmanlı hükümetinde, dolayısıyla da III. Selim’de Mısır’ın Cezzâr tarafından ele geçirileceği endişesi hâkimdi. Nitekim Mısır’a sadrazam ve serasker Yûsuf Ziyâ Paşa ordu ile gönderilmiş, kendisine büyük yetkiler tanınacağını ümit eden Cezzâr ise bu durumdan huzursuz olmuştur. Hatta Yûsuf Ziyâ Paşa merkeze gönderdiği bir raporda Mısır işinin hallinden sonra “habâset”inden bahsettiği Cezzâr’ın işini bitireceğini yazmış, Cezzâr da Yûsuf Paşa’dan şikâyet eden arzlar göndermiştir. Ancak bu siyasi mücadele bir sonuç vermemiştir.
Son Yılları ve Vefatı
Yûsuf Ziyâ Paşa’nın dönüşünden sonra Cezzâr’ın Yafa’yı ele geçirip (1802) Nablus emîriyle mücadeleye girişmesi aleni isyan olarak yorumlanmış, ancak Vehhâbî tehlikesi nedeniyle affedilerek Hicaz seraskerliğiyle Şam valiliğine getirilmiş ve Mısır işleri de kendisine bırakılmıştır. Artık Osmanlı hükümeti, oldukça yaşlanan Cezzâr’ı bir tehlike olarak görmemeye başlamış ve bu bölgede ondan sonraki durumu ve takip edilecek siyaseti belirlemeye çalışmıştır. Böylece Cezzâr, iyice yaşlandığı bu tarihlerde istiklâle kadar gidebilecek çok geniş bir nüfuz sahasını idare fırsatını yakalamış oluyordu. Ancak bu elverişli durum fazla sürmemiş, Cezzâr Ahmed Paşa bir süre sonra her bakımdan geliştirip kendisine merkez yaptığı Akkâ’da vefat etmiştir (23 Nisan 1804).
Mirası ve Değerlendirmeler
Cezzâr Ahmed Paşa, özellikle Batı kaynaklarında ve bir kısım Arap ve Osmanlı tarihlerinde son derece zalim ve gaddar bir insan olarak gösterilmektedir. Bu karmaşık sosyal yapıya sahip coğrafyada kendisine karşı sürekli olarak düşmanlık besleyen aşiretler, nüfuz sahibi yerli gruplar, ticari menfaatleri zedelenen Avrupalı devletler ve hatta nüfuzunu kısıtlamaya çalışan Osmanlı hükümeti karşısında uzun süre hüküm sürmesi, ilk kesimlere karşı sert ve acımasız idaresi, diğerlerine karşı ise ustalıklı siyaseti sayesinde mümkün olabilmiştir. Cezzâr, bu sert siyasetiyle asayişi temin ederken Akkâ, Sayda ve Beyrut gibi önemli merkezlerin ekonomik açıdan gelişmelerini sağlamış, Akkâ’da biri kendi adını taşıyan altı cami, iki çarşı ve birçok han, hamam, çeşme, yedi su değirmeni yaptırmış, surları esaslı şekilde onartmıştır. Ayrıca Mısır ahvaline olan vukufunu her vesileyle Osmanlı hükümetine göstermiş, giriştiği faaliyetlerini, askerlerinin özelliklerini, dindarlığını, idaresi altındaki şehirlerin durumunu, adaletini konu alan risâleler kaleme aldırarak manevi nüfuzunu ve kutsal bir şahsiyet olduğunu yayarak bölgedeki otoritesini sürekli kılacak bir zemine oturtmaya çalışmıştır.
Bibliyografya
Cezzâr Ahmed Paşa’nın hayatı ve faaliyetleri hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler, aşağıdaki kaynaklara başvurabilirler:
- Cezzâr Ahmed Paşa, Nizamnâme-i Mısr (nşr. Stanford Shaw, Ottoman Egypt in the Eighteenth Century: The Niẓāmnāme-i Mıṣr), Oxford 1962.
- TSMA, nr. E. 1274, 1425, 3402/2-5, 3402/6-8, 3402/9-10, 3790, 4029, 5478, 8610, 9767, 10326.
- BA, MD, nr. 207, vr. 4b, 13b, 46a; nr. 209, s. 116.
- BA, HH, nr. 1695, 1775, 7425, 7515, 7516, 7517, 7518, 7519, 7520, 7550, 7573, 7574, 7580, 7799, 8137, 8185, 8246, 9146, 9534, 10483, 11670, 11755.
- BA, Ali Emîrî, III. Selim, nr. 206, 210, 315, 1695, 11336.
- Çeşmîzâde Mustafa Reşid, Târih (nşr. Bekir Kütükoğlu), İstanbul 1959, s. 83-84.
- Mütercim Âsım, Târih, İstanbul, ts. (Cerîde-i Havâdis Matbaası), I, 90-91.
- Vâsıf, Târih (İlgürel), s. 44, 221-224, 248-249, 263, 270-271, 341.
- Saîd Efendi, Târîh-i Vasf-ı Cezzâr Ahmed Paşa, İÜ Ktp., TY, nr. 6206.
- Volney, Travels through Syria and Egypt in the Years 1783, 1784 and 1785, London 1787, II, 53-59, 181-187, 267.
- Nûri, Târih